Murakami Edebiyatı



Haruki Murakami ile ‘7/24’ Birlikte!

Haruki Murakami ile Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu adlı bilim-kurgu ve büyülü gerçekçilik karışımı -hemen her kitabında olan türler- şahane romanına dayanıyor tanışıklığımız. Şöyle ki; Eniştem, kitap kurdu olduğumu bildiği için ve buna dayanarak İstanbul'dan bana, D&R mağazalarından çok seveceğimi düşündüğü Murakami kitabını alıp bana gönderdi. Kendisi de, bir arkadaşı sayesinde dünyasıyla tanışmış ve bilindiği üzere bir daha çıkamamış! Hemen okumaya başladım.


Elbette, çok farklı ve sıra dışı bir şey beklediğimi söylersem koca yalancı olduğumu itiraf etmem gerekecek. Gayet bilindik ve, hatta sıkıcı bir şeyler okuyacağımı düşünerek başladım. İlk izlenimim: Bir yazar nasıl olabilir de bu kadar sıradan, tutku bisküvisinin çikolatası gibi akışkan yazabilir. Daha önce okuduğum hiçbir şeye benzemiyordu ama yine de, bir o kadar tanıdıktı. Ayrıca süpersonik etki yaratacak derecede de değişikti.

Murakamian; Aşk ve Heyecan!
Daha sonrasında, sayfaları delice çevirirken buldum kendimi ki, hemen hemen kitaplarda hiç yapmadığım bir şeydir. Belki de diğer yazarlar, Murakami kadar iyi olamadıklarından, heyecana sürükleyici olamadıklarından olsa gerek, adını koyamadığım cazibesi vardı sözcüklerin, cümlelerin, hatta harflerin! Tek kelimeyle büyüleyiciydi. Bu sırayı şöyle devam ettirdim, Sizler farklı şekilde yapabilirsiniz elbette; Sahilde Kafkaİmkansızın Şarkısı sonrasında diğer kitapları; Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında, Yaban Koyununun İzinde ve son olarak 1Q84 izledi. Yaban Koyununun İzinde; öncesinde okunması gereken iki kitap var. Pinball, 1973 ve  diğer yazdığı kitabı, Hear the Wind Sing adlı iki kitap. İlk iki kitap çevrilmediği için, çevrilmesini bekleyemeden Yaban Koyununun İzinde'yi okudum. Sabır denen meret sizde varsa sabredin, sonu selamet ne de olsa! Zemberekkuşunun Güncesi'ni de okumak için beklettiğimi söyleyeyim! Japonca aslından çeviren çevirmenimiz; Hüseyin Can Erkin'in çevirilerine hayran olsam da, Japon dilini öğrenmek istemedim değil.


Murakami, Olmayacak Durumları Olağanlaştırıyor!
Kısa sürede o kadar bağladım ki yazara, kitap alışveriş sepetime birden diğer altı Murakami kitabını doldurup hemen satın alıverdim. Kitapları tek tek devirme niyetindeyim ki, okuduğum diğer kitabının ardından Murakami kitaplarının, Oku, rafa at gitsin demekle bitmediğini anladım. Sizi uzunca süre etkisi altına alıyor. Her yerden bir kedi çıkıyor. Sokakta yürüyen insanların gölgesine bakıp koyuluklarını ölçerken bulabilirsiniz kendinizi. Hatta ben işi biraz fazla abartıp kedilerle konuşmaya kadar bağladım. İşin garibi ise, gerçekten kedilerin sorularıma karşılık cevap vereceklerine inanmamdı. Etrafıma bakıp bakıp, şöyle gökten balık yağdırabilecek kadar hikmetli nur yüzlü amcalar aradım. Balıklar yeterince büyüktü belki, sülüklere bile razıydım. Diğer imkânsızlıklarıma bir yenisini eklemiştim, olabilir mi dedirtmişti Murakami!
Bizler kusurlu bir dünyada yaşayan kusurlu kişileriz.
Tüm bu doğaüstü ve birine anlatacak olursam kendimi deliler hastanesinde bulmama sebebiyet verecek bir sürü olaylar silsilesi yaşadıktan epey sonra, Murakami kitaplarının üst üste okunmamaya karar verdim. Ciddi şekilde sizi alıp götürüyor adam. Okuduğunuz hiçbir şeye benzemiyor. Tuhaf olansa, okuduğunuz her satırın gerçekleşmesine olanak vermediğiniz halde, bu olağan dışı şeyleri gerçekleşme potansiyeli maksimum düzeyde görüp, öylece saftorikler gibi okumamız, okutturması Murakami'yi büyük yazar yapan. Toplumdan kopuk hale geliyorsunuz. Bu şekilde bütün dikkatleri üzerinize çekmiş oluyorsunuz. Pek hoş olmuyor uzun lafın kısası. Aslında, dünyasını -kendi adıma- bir kaçış olarak görüyorum. Okuyup beğendiğim dünyayı elimde olsa takas ettirebilecek kadar değişiyorum okudukça, okuduktan sonra...


Murakami, Koskoca Çöllerde Bir Vaha...
Hiç bir yazarı kıskandığınız oldu mu? Benim oldu: Murakami! Bazen okurken, “işte bu cümle beni anlatıyor. Vay be, bak gördün mü, benim kimseye anlatamadığımı yazar ne güzel özetlemiş. Benim yerime yazmış” dediğim çok oldu satırlarında. Bu kadar basit ve yalın cümlelerle, karışmış yumak topu gibi zor duyguları ifade etme becerisi bende şaşkınlık yaratıyordu. Nasıl olabilirdi? Oluyordu işte, tuhaf olansa bunu benim delice kıskanmış olmamdı. Bu cümlelerin kesinlikle benim yazmış olmam gerekiyordu. Bu cümleler bana ait olmalıydı, benim dolma kalemimin mürekkebinden çıkmış olmalıydı. Kahretsin ki değildi. Başka birisine aittiler, onun cümleleriydi onlar! Zamanla kabullendim. Sonrasında Murakami'yi daha çok sevmeye başladım. İlerleyen vakitlerde, bu basit dilin aslında giderek zorlayıcı olduğunu fark ettim. Yazar alttan mesaj veriyor. Yalın ve basit olarak adlandırdığını sözcükler, cümle veya paragraf halini aldığında, sizden üç bilinmeyenli zor bir matematik sorusunun cevabını ister gibi karmaşıklaşıyordu!
İnsan bir şeylerden özel olarak uzak durmaya çalıştığında ise,o şeyler kendiliğinden insanın üzerine üzerine gelir.
Ayrıntılar, Tasvirler ve Benzetmeler 
Murakami ayrıntı demek. Eğer ayrıntıları sevmiyorsanız, onu sevmeniz biraz güç. Çünkü, öyle karakterler anlatıyor ki, Sabahın beşinde yatağından kalkıp kahvaltı yapıp, çorabını arayan ve çorap söküğü diken, mutfağı toparlayan, odaları, tuvaleti temizleyen; genelde çok düzenli, tertipli karakterlere sahip oluyor. Şahsen, daha serseri karakterine rastlamış değilim  kitaplarında. Tasvirler şahane, benim en Murakami'nin en sevdiğim yönlerinden biri de kesinlikle “Benzetmeler. Kimi durumları, olayları ya da kişileri betimlemek için filmlere gönderme yapmayı seven bir yazar. Örneğin: “Ev oldukça karanlıktı. Bir kanepe ile iki koltuğun bulunduğu bir salona geldim. Pek büyük değildi ve Polonya filmlerindeki gibi, zayıf bir ışıkla aydınlatılmıştı.” Evin atmosferini tarif etmek için, Polonya filmlerindeki gibi tasvirini kullanmak, kaç kişinin aklına gelir ki... Başka bir misal verelim: Yaban Koyununun İzinde ─“Ara sıra biri, bir mumyanın kafasına maşayla vuruluyormuş gibi, kuru kuru öksürüyordu.” Kuru kuru öksüren birinin tasvir etmek için, bir mumya düşünmek kırk yıl düşünüp de, aklıma gelmeyecek kadar zekice.Yarattığı dünya çok dingin olur. Sizler sayfaları çevirip, satırlarda kaybolurken, sanki okuduğunuz dünyada sadece okuduğunuz karakterler yaşıyor. Ta ki, farklı tipler romanda yer alana kadar. Zaman geçtikçe onlarda dünyada yalnızmış hissini kapıp bize yansıtırlar o hissiyatı. Dinginlik devam eder gider. 


Olmazsa Olmaz: Bol bol Kedi ve Yemek!
Kitaplarda bolca; Kedi, yemek ve müzik”  her daim yer alır. Yemek yemeden duramayan karakterler başa beladır. Neden mi? Her okuduğum kitabında, gece yarısı sıcak yatağımı bırakıp, bana mutfak yolunu yürüten ve buzdolabını boşaltıp, annemden azar yememe sebebiyet verdiğinden dolayı başa bela. Murakami'nin "Yılan Balığı"nın şahane bir lezzette olduğunu düşünüyor. Bu sayede, karakterlerinin çoğunun yılan balığının favori yemekleri olduğunu okuyacaksınızdır. Sırf bu yüzden, yılan balığı inanılmaz merak ediyorum. Tatmak nasip olur inşallah. Japon mutfağından bolca yemek çeşidi göreceğini sananlar, hayalkırıklığına uğrayabilir. Çünkü, romanda erkek veya kadın, genelde bir Japon restoranına değilde, Fransız ya da Amerikan mutfaklarını tercih ettiğini göreceksiniz. Miso Çorbasını nasıl ve ne şekilde yudumladıkları yerine, Fransız mutfağının seçkin çorbalarından Oğmaç Çorbasını hapur hupur götürürken okuyacaksınız. İmkansızın Şarkısı'nda Vatanabe'nin hastanede, yediği soslu salatalıklar bölümünün tasvirleri şahane. Kitabın içine girip, o salatalıkları Vatanabe'den alıp, yiyesim gelmişti. Salatalık, salatalık adını alalı bu türden ilgi görmemiştir.
Hayat bisküvi kutusudur. İçinde sevdiğiniz, sevmediğiniz bisküviler vardır. Hep sevdiğinizden yemeyin. Geriye sevmediğiniz kalır.
Kimono giyen kadınlar yoktur. Sushi yediklerini de okumadım. Sake içtiklerini de. Bu yüzde, eğer Japon manyaklığına bağlamışsanız, aradığınız yazar değil. Lakin, Murakami'yi sırf Japon değilde, Batı esintileri içerdiği için es geçmeyin. Büyük kayıp olur sizin için. Bana kalırsa kitaplarında okuduğum kişilikler yüzeysel. Çok fazla ayrıntıya girmiyor. Modern insanlardan seçme tipler genelde. Tokyo'da ki modern insanların yalnızlığının portresini okursunuz. Dinginliği buradan gelmekte olduğunu düşünüyorum. Hayatlar fazlaca monoton iken, umulmadık kedi olsun, başka sıra dışı bir durum olsun, monotonluğa limon sıkmış oluyor.


Müzik Olmadan, Murakami'de Olmaz!
Müzik, kitaplarının en önemli özelliğidir. Bence en hoş yanlarından biridir aynı zamanda. Sayfaları bir bir devirirken, kitabın son sayfasını bitirip ağzını kapattığınızda bir sürü yeni şarkı öğrenmiş olduğunuz göreceksiniz. Size tavsiyem, kitaplarını okurken, bilgisayarınızın yanınızda olmasın dikkat edin. Böylelikle adı geçen şarkıyı hemencecik dinleme imkanına sahip olun. Şarkıyı açıp okursanız, o denli kitabın içine girip ruhunu anlayabilirsiniz. Ben, olabildiğince parça toplayıp, -Murakami romanlarından tabii- mp3'e atıp, yüksek sesle kitaplarını okumayı tercih ediyorum. Müzikli kitap okumayı sadece Murakami okurken yapıyorum, çok da yakıştığını belirtmem gerek.” Müzik konusunda hayli bilgili olan kendisi, İmkansızın Şarkısı adlı kitabının isim öyküsü, The Beatles grubunun ünlü parçası Norwegian Wood'tan gelmedir. Sınırın Güneyinde, Güneşin BatısındaCole'da öyle. 
Ölümün yaşamın sonu değil bir parçası olduğunu öğrenmiştim. Doğruydu bu. Yaşayarak ölümü besliyoruz. 
Bu yazarı okuyacaksanız, bol bol marka ismini öğreneceksiniz. X kişinin üstünde, Adidas hırka olduğunu okumak çok normal. Sigara içen Z'nin sigarasının ismi Seven Star. Seven Star paketinde kalan son sigarasını içiyordu, türünden. Bunlar alakasız gelse de, okudukça daha fazla marka ismi duymak istediğinize şaşıracaksınız. Sonuçta markalarda, insan isimleri kadar önemli bir rol oynamaya başladı hayatımızda.


“Güzel bir hikâye okurken, durmadan okumaya devam edersiniz, ben de iyi bir hikâyeyi yazmaya başladığımda, durmaksızın yazmaya devam ediyorum.”
 Son Söz!
Murakami şahane bir yazardır. Konuları ilginçtir, başka yerlerde okuyamayacağınız kadar marjinaldır. Kendine has üslubu vardır. Karakterleri tuhaf olsa da, sizden biri gibidir. İçinizde sakladığınız ve bir türlü ortaya koyamadığınız iç sesin vücut bulmuş halidir adeta. Sizi bolca müzik dinlemeye teşvik eder. Hele de müzikseverseniz, Murakami en iyi müzik arkadaşınız belleyip, yeni ve orijinal parçalar bulma konusunda, asla tükenmeyen şahane bir rehberiniz olacaktır. Kitaplarının arasına, en az bir-iki ay gibi süreyle okuyun. Yoksa benim sizlere anlattığım; balık, kedi, sülük, gölge ve daha anlatmadığım nicesi... gibi gaipten olaylar yaşarsınız. Doya doya okuyun, bol bol düşünün, kendinizi fazla kaptırmamaya bakın. Tabiî, bu ne kadar mümkün, bilemiyorum!

3 Ağustos 2013 16:43

Tebrik ederim, blogunuz çok hoş. Özellikle temanız ve butonlarınızı çok beğendim. Yazılarınız da okunmayı oldukça hak ediyor görünüyor. Biz de toplamda üç kişi olarak, bir blog yazıyoruz. Daha çok amatör şiir, öykü olsun şeyler yani. İncelemeniz, beğenirseniz takibe almanız bizi mutlu eder. Emri vaki değil, her nasıl isterseniz. Ayrıca kitaplar, çok harika görünüyorlar *_*
Blogumuz: http://lanetolasifederaller.blogspot.com

30 Ağustos 2013 15:14

@Devrim Atasu♦
Teşekkür ederim güzel sözleriniz için :)

Melike
12 Eylül 2013 14:53

Bayıldım açıkcası, ben de aynen Murakami bağımlılığına tutulmuş durumdayım, peki Murakami okuyanlar bununla teselli buldular diyebileceğiniz bir yazar önerisi istesem :)

14 Eylül 2013 00:06

@Melike♦
Ne yazık ki çok aradım daha bulmuş değilim. Bulamam da herhalde. Lakin, Japon Edebiyatı'nı kesinlikle tavsiye ederim. Bayılacağınıza eminim. Japon yazarlar hepsi çok iyi. Hepsinde parça parça Murakami izlerini bulacaksınız! :)

Yorum Gönder

 

© Kitaplık Manzaraları Yazarın izni olmadan alıntı yapılamaz. Tüm hakları Kitaplık Manzaları'na aittir.
by Sezer Akın WooThemes