Polisiye, gerilim veya benzer türleri okumayı sevmediğimi söylemiştim. Yine de okuyorum gördüğünüz gibi...bu yıl okuduklarım arasına istemeyerek olsa da, ekledim polisiyeleri. Bu yılın çok övülen, macera gerilim romanı, Sisle Gelen Yolcu. Jean- Christophe Grange, fena bir yazar değil. Lakin polisiye yazarları edebiyat yapmıyor bildiğiniz üzere... Edebiyatla alakasız olunca bende uzak kalıyorum. Leyleklerin Uçuşu, Siyah Kan ve Kurtlar İmparatorluğunu okumuştum. Taş Meclisi'nin de filmini izlemiştim, berbattı!
Bence, Glenn Meade, Grange'e beş basan bir yazar. Bu türde ondan daha iyi olduğunu kabul etmek gerek. Sisle Gelen Yolcu'yu okurken, farklı bir şeyler okumadım. Yani, bilindik, hepimizin okuduğu, veya birçok yazarın işlediği konuları Grange yazınca farklı olmuyor, demek istediğim bu. Sadece, karakterin kimlik değişikliği yaşadığı anlarda heyecan buldum, farklılık. Aynı zamanda akıcı da yazan bir yazar, ve üst üste kitap yazması bir yazar için iyi bir durum değil, kanaatimce.
Okurların dikkatine, bence kitap biraz fazla uzatılmış. 700 küsür sayfaya yakın olmasının gereksizliğinden dem vuruyorum. Daha kısa olabilirmiş. Bir süre sonra uzunluğundan şikayetçi olabilirsiniz. Sisle Gelen Yolcu, polisiye ve gerilim, aynı zamanda macera ile harmanlanmış, hayranları ve türü sevenler rahatlıkla okuyup seveceklerdir.
Benliğin karanlık sularında dolaşan “bavulsuz yolcu”
Tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam… Aynı yerde, bir bakım çukurunda çırılçıplak bir ceset... Ve olay üzerine polis tarafından çağrılan psikiyatr Mathias Freire… Polis, hafızasını yitirmiş adamı sorgulamak isterken, Mathias kendisinde de aynı kişilik hastalığı olduğunu fark eder. Acaba aranan seri katil kendisi midir?
Sadece Fransa’da 300 binden fazla satan ve şimdiden 10 dile çevrilen Sisle Gelen Yolcu, tüm romanlarında ısrarla “kötülük”ün kaynağını arayan Jean-Christophe Grangé’nin kurduğu kabus dolu bir labirent. Grangé, romanını tasarlamak için her romanında olduğu gibi bu romanında da titiz bir araştırma süreci yaşamış. Bir psikiyatri hastanesinde bir süre kalmış ve hastalarla uzun sohbetler etmiş. Marsilya’daki evsizlerin arasına, heyecan verici tasvirlerle anlattığı tekinsiz bir dünyaya dalmış.
Romanın ana karakterini bu araştırmalar sonucunda yaratmış Grangé. Mathias Freire, Bordeaux’da işi dışında özel bir hayatı olmayan, bir ihtisas hastanesinde görev yapan genç bir psikiyatr. Nöbetçi olduğu bir gece, tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam getirilir hastaneye. Ertesi gün ise bölgede bir ceset bulunur. Cesedi bulunan kişi genç bir uyuşturucu bağımlısıdır ve vücudunda hiçbir darp izi yoktur. Mathias hastasıyla özel olarak ilgilenir. Yaptığı hipnoz sonucu hastası, geçmişiyle ilgili bazı bilgileri hatırlar. Ancak doktorun araştırmaları, hastasının verdiği bilgilerin tamamen düzmece olduğunu gösterir. Mathias, adamın psişik bir kaçış içinde olduğu, büyük bir travmadan sonra esas benliğinden kurtulmaya çalıştığı ve bu yüzden bilinçsizce yeni bir kimlik yarattığı görüşündedir. Ancak an gelir, kendisinin de, hastası gibi psişik bir kaçış yaşadığını keşfeder ve asıl kimliğini bulmaya karar verir. Mathias’da da hafıza kaybı vardır; kendine geldiği zamanlarda, başka bir kişiliktir. Ve “bavulsuz yolcu” olarak, kendi geçmişini araştırmak üzere yola düşer.
Hikâyelerinde biraz efsane unsuru, biraz western, biraz tarih olmasını sevdiğini belirten Grangé, “hayatını bırakıp kaçma eğilimini”, büyük bir terslik yaşadığımızda, kendimizi ailevi ya da mesleki baskı altında hissettiğimizde hepimizin yaşayabileceği bir itki olarak değerlendiriyor.
Tweet
yakın zamanda okuyacağım...
O zaman çok büyük beklentiye girmemenizi tavsiye edeceğim :)
Yorum Gönder