Ne zamandır okuyacağım deyip duruyordum. Tatilde fırsatını bulup okudum. Okumasaydım daha iyiydi. Bu kitabı, hep isminden dolayı çok sevmiştim. Kitapların ismi de önemlidir, bence. Neyse, büyük hayal kırıklığı oldu benim için Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi.
İstanbul'u severim sevmesine de, sürekli Asmalımescit'ten, yok efendim Beyazıt'ın tarihi yapısından, Beyoğlu'nun tehlikelerinden, Kadıköy'e gidiş için binilen vapurdan, Çemberlitaş'ın güzelliğinden... Eminönü'de balık ekmek yemesine kadar tut, bildiğimiz şeyleri yazmış. En azından okuyup içindeki merakı attım diyelim.
Burada her şey, herkes birbirine gülümsüyor. Hiçbir ihtiyar, hiçbir çirkin, hiçbir düşünceli insan resmi yok. Adeta bu fotoğrafhaneye sevinçsiz hiçbir insan ayak atmamış. Yahut fotoğrafçı, bir muvaffakiyet sırrı olarak, makinesinin karşısında candan gülümseyemeyecek müşterisinin fotoğrafını çekmemiş…
Saba'nın öyküleri, şiirleri gibi içimize apayrı bir hüzün veriyor. Gençliğimizi, bütün mutlulukların yarım olduğunu, insanoğlunun yalnızlığından ne etse kurtulamayacağını, dünyamızın sevgiden, anlayıştan uzak bir dünya olduğunu söylüyor, daha doğrusu duyuruyor. Kitap boyunca buruk bir tat hayallerimizden ayrılmıyor. Ama bu, Saba'nın Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'ndeki hikâyelerini defalarca okumamıza engel değil. O hikâyelerdeki biricik kahramanın hepimizden bir şeyler taşıdığını anlıyoruz.
Tweet
Yorum Gönder